Çay Koşturur
Koşmaya neden başladığımı hatırlamıyorum? Neden korktum ki? Her neyse her şey saat üç sularında oldu. Öğleden sonra üç yani. Kadıköy’deydim. Her zamanki mekandaydım. Hani derler ya hiç beklemediğin anda gerçekleşir her şey. Resmen onun gibi bir şey oldu. Oturmuşum Jane Austen ablamızın Emma kitabını bilmem kaçıncı kez okuyorum, kaldırıma gözüm çarptı. Dikkatimi dağıttı. Hani orada bir şey olsa ilgi çekici tamam diyeceğim. Ama in cin top oynuyor. Herkes sanki siestada. Bir rüzgar esti. Lodos mudur nedir işte. Her neyse, saçlarım uçuştu falan. Sonra bir çay istedi canım. Garsona el ettim, bir kelime bile etmeden çay siparişini verdim. Bu detayı da niye paylaştıysam sizinle? Sonra olaylar bir anda yavaş çekim gerçekleşmeye başladı. Çay bana doğru geliyordu. Karşı konulmaz bir şekilde elimi uzatacaktım ki, o anda dengemi kaybettim. Çayı vereyim derken garson elime döktü çayı. Elim yanmadı, kavruldu, pişti, morardı. Elim çok acıdı. Ben tepki veremeden koşmaya başladım. Hala koşuyorum....